Z Raporu: Selen Gülün – bant mag

Besteci, müzisyen ve akademisyen Selen Gülün geçtiğimiz ay, kurucusu olduğu iKi Muzik etiketiyle sekizinci kişisel albümü Blue Band’i yayımladı. 25 sene öncesinin besteleriyle yakın zamanlı üretimleri beş parçada bir araya getiren koleksiyonda Gülün’e Serhan Erkol, Engin Recepoğulları, Barış Ertürk, Barış Doğukan Yazıcı, Halil İbrahim Işık, Bulut Gülen, Ozan Musluoğlu, Alper Yılmaz ve Berke Özgümüş’ten oluşan heyecan verici bir müzisyen kadrosu eşlik etmekte.


Selen Gülün yanıtlıyor: Belgesel çekecek olsan neyle ilgili olurdu? Hakkında yazılmış en yanlış şey? Bu aralar sana en iyi gelen şey? Buyrunuz Selen Gülün Z Raporu’na.

Son zamanlarda en çok dinlediğin müzikler?

Gençliğimde ciddi bir Cocteau Twins dinleyicisiydim. Elisabeth Fraser’ın yeni grubu ve ismi de aynı olan albümü Sun’s Signature’ı fark ettiğimden beri sürekli kulağımda. Özellikle “Underwater” parçasına bayıldım. Bu aralar piyanist Brad Mehldau’nun Jacob’s Ladder ve film müziği olan Mon Chien Stupide albümlerini dinliyorum. Dave Holland Quintet’in Prime Directive albümüne çok fena takıldım. Eski aslında, 2000 albümü ama yeniden keşfettim diyebilirim. Özellikle “Prime Directive” parçasına defalarca döndüm son bir senede. Joshua Redman’ın Christian McBride, Brian Blade ve Brad Mehldau’lu yeni albümü LongGone’ı da severek dinliyorum. 

Saksafoncu Walter Smith III’nin “ACE” parçasını çok dinledim. Biraz melankolik bir dönem geçirdim; sanırım o yüzden Daughter’ın “Lifeforms” parçasıyla Bonobo ve Rhye’ın “Break Apart”ı da bana dokundu. Bir de besteci Steve Reich’ın 2022’de Ensemble Intercontemporain’in çaldığı, Nonesuch’tan yayımlanan Steve Reich: Reich/Richter albümü favorilerimde. 

Son zamanlarda keşfettiğin harika grup / müzisyenler?

Amerikalı besteci, saksofoncu Steve Lehman şapkamı uçurdu. Müzikten tüm beklentilerimi karşılıyor yaptığı işler. Daha önce neden dinlemedim bilmiyorum. Arkadaşım Elif Seven; İsrailli piyanist, besteci Nitai Hershkovits’in I Asked You a Question albümünü paylaşmıştı benimle. Bayıldım. Müziği ile tanışmak için peşine düştüm. Çok değişik janrlar arasında dolanan süper becerikli bir müzisyen. Çok yeni St. Barbe grubunu dinleyip sevdim. “Tellicherry” parçası favorilerimden. Jazz rock, fusion stili arası bir şey çalıyorlar. Benim favori janrım değildir ama daha güncel bir şey var müziklerinde, elektroniklerin kullanılışı canlı performansa çok iyi oturmuş.  

Hafızana kazınmış ilk film?

Bu soruyu çok düşündüm ama cevaben gerçekten aklıma ilk, çocukken televizyonda izlediğimde yarattığı “Ne oluyor yahu şu anda?” hissi yüzünden Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filmi geliyor. O epik “Stargate Sequence” dedikleri seyahat boyunca karşılaşılan müzik, renkler… Aklımı yitirmiştim. Bir de uzundur o sahne, malum. Fakat filmin ne olduğunu hatırlayamadım tabii. Senelerce, senelerce aradım. Sonra bir gün Amerika’da öğrenci olduğum zamanlarda Kubrick filmleri gösteren bir festivalde karşıma çıkınca, “Hah” dedim, “Oh be”! 

Son zamanlarda izlediğin dizilerden favorilerin?

Bron/Broen (The Bridge), The KillingWest World ve Altered Carbon. Phoebe Waller’a zaten bayılmıştım Fleabag ilk sezonda ama ikinci sezonda Andrew Scott’la yan yana gelince dizi uçmuş. Zaten yakın arkadaşlarmış; enerji hemen hissediliyor. Arka arkaya iki kere izledim. Bir de Amazon dizisi The Boys’u çok sevdim. Yeni sezonunu heyecanla bekliyorum. 

Son zamanlarda izlediğin çok iyi bir belgesel?

My Octopus Teacher şahaneydi. Ahtapot zaten yiyemezdim vejetaryenliğim öncesi de. Tokyo’da biraz da mecburen pesketaryen oldum. Balık yerken bile ahtapot yiyemedim. Yani bu kadar harika bir hayvanla ancak arkadaş olunur, başka bir şey yapılmaz. 

New Orleans Caz Festivali hakkındaki  2021 yapımı Jazz Fest: A New Orleans Story iyiydi. Şehrin caz müziğinin beşiği olması açısından tarihsel önemi büyük ama selden öncesi ve sonrasındaki değişiklikleri görmek açısından da enteresandı. Bir de Quincy Jones’un hayatının anlatıldığı Quincy’yi sevdim. Yaşayan bir efsane hakkında belgesel izlemeyi seviyorum.

Belgesel çekecek olsan neyle ilgili olurdu?

Kesinlikle “Piyano Taşıyıcıları” hakkında olurdu. Bana inanılmaz geliyor iki kişinin 10 kat da olsa askılıklarla her türlü piyanoyu, küçük büyük fark etmeden uyum içinde, düşmeden, düşürmeden taşıması. Görenler biliyordur, gerçekten inanılmaz bir dikkat ve özenle yapılan bir iş. Zen bir hali var yani, o kadar çok an’da olmak gerekiyor ki. Tabii Japonya’da yaşarken fark ettim ki orada olaylar çok değişmiş; tekerlekli robotlarla taşıyorlar piyanoları. Ama bence bu da belgeselin konusu olurdu. 

Hayatta yaptığın ilk iş neydi? 

Bir büyük markette Molped tanıtan kızlardan biri olmuştum. Sonra ilk maaşlı işim o zaman Beyoğlu’nda olan büyük Vakko’nun çay bahçesinde haftanın altı günü ikişer saat piyano çaldığım işti. Bir sene boyunca devam etmiştim. Yanı başında da Vakko’nun galerisi olduğu için Erol Deneç, Ergin İnan gibi sanatçılarla tanışma şansım olmuştu. Harika bir ortamdı.

Küçükken nasıl bir öğrenciydin?

Tam olarak 5’ten şaşma 6’yı aşma öğrencisiydim. Dersler dışında okulun tüm nimetlerinden faydalanan yaramaz bir çocuktum. Koşu takımı mı kuruluyor, ben oradayım. Orkestra mı kuruluyor, oradayım. Basketbol mu oynanıyor, oradayım. Gülle bile atmışlığım var atlet olarak liseler arası yarışmalarda. Yeter ki derslerden kaçmak olsun bana. İlkokulda sürekli başka sınıflara çağırılırdım; şarkı söylememi isterlerdi. Yine ilkokuldayken çocuklardan orkestra kurmuştum melodika ve flüt çalanlarla. Her gösteride kendime yer bulurdum. Derslerimden de kalmadım, geçtim ama işte tipik bir ağustos böceği çocuktum. Zaten erkenden de ikinci okula, konservatuvara başladım yarı zamanlı piyano öğrencisi olarak. 

Küçükken bir idolün var mıydı?

Evet, piyanist Verda Erman. Asaletine, duruşuna, piyanistliğine hayran olduğum bir insandı. Yani neden olduğu da belirsiz. Ben doğuştan asi, serseri bir tipim; herhâlde insan kendinde olmayana özeniyor. Bizim ergenlik döneminde el âlem duvarına Duran Duran posteri filan asardı, bende Verda Erman vardı. Gerçi Duran Duran da vardı şimdi okuyucuyu yanıltmayayım. 

En iyi yaptığın yemek?

Fırın işleri. Tokyo’da yaşarken sağlık problemlerim oldu. Şekeri kesmem gerekti, glutensiz beslenmem gerekti bir süre. Bende tipik bir coğrafya insanıyım; canım hamur işleri çekiyor. Şekersiz kek, kurabiye filan yapmaya başladım. Sonra başka ne yapılır tarifler bulayım  derken işler ilerledi, arkadaşlarıma sağlıklı tarifler yazmaya başladım. Şu an en iyi Banana Bread ve tahinli kurabiye yapıyorum sanırım. Bunun dışında eskiden harika Thai yemeği yapardım. Özellikle limonlu tavuk. Vejetaryen olunca onlar da bitti. Arkadaşlarımın kalbi kırık. 

En çok söylediğin yalan?

“Aradığını duymadım”. Telefonum benim, oldum olası sessizdedir. Yani aradığını görmedim desem daha doğru olur aslında ama bunu demek daha kolay. Çünkü tam da yalan söylemiş olmuyorsun. Gerçekten telefon sesinden çok rahatsız oluyorum. 

Son zamanlarda keşfettiğin bir podcast?

Çok geç kalarak açık radyo’nun Didik Didik Freud serisini dinledim. Aydınlatıcı ve eğlenceliydi. Orijinal bir insan nasıl olur, virgülüne noktasına kadar öğreniyorsun. Arada çalınan müziklerle anlatılan hikâyeler, her şey birbirini tamamlıyor. 

Son zamanlarda içinde kalan bir şey?

Japonya yaşantım. 7 Şubat 2020’de İstanbul’a gelmiştim, 7 Nisan’da dönecektim ama pandemi patladı. Benim de önemli ölçüde ekipmanım orada kaldı. Pandemi çok zor geçti ekipmansız. İşler geliyor yapamıyorum; evi yeni tutmuşum, burada çok az eşyam var. Tam da hayatımın yarısını orada yarısını burada geçiririm kararı vermiştim. Çalışma iznim sonlandı bu sene. Maalesef Japonya sınırlarını açmadı bize hatta turist vizesi koydu. Bir kere bile gidemedim. Can sıkıcı ve karışık işler. Umarım yakında çözülür. 

Hiç yıldız haritanı okuttun mu?

Okuttum ama hiçbir şey anlamadım. O kadar hiç ilgimi çekmeyen bir konu ki… Anlatılanları unuttum gitti. Senin Jüpiter’in ne, Satürn’ün ne diye soran arkadaşlarım var mesela. Muhabbetten kopmayayım diye öğreniyorum ve hemen yine unutuyorum. 

Bu aralar sana en iyi gelen şey?

Blue Band albümümün sonunda çıkmış olması ve hakkında yazılıp çizilenler. 25 senedir kaydedilmeyi bekleyen müzikler var o albümde. Çok büyük rahatlık oldu yayınlanınca, yenilere yer açıldı. Blue Band’in harika müzisyenleri de severek sahiplendiler müzikleri. Albüm çıkana kadar geçen sürecin her anı büyük stresler yaşamış olsam da çok keyifliydi. Türkiye’de bir caz ensemble müziğinin sevilerek dinlenmesi çok hoşuma gidiyor. Birçok açıdan bir ilk bu albüm Türkiye’de. İlginin böyle devam etmesi ve paylaşılması en büyük umudum. 

Bugüne kadar hakkında yazılmış en yanlış şey

Birisi ekşi sözlük denen sıkıcı platforma “uysal” birisi olduğumu yazmıştı. Gülmüştük. 

Giriş fotoğrafı: Zeynep Özkanca

 

https://bantmag.com/z-raporu-selen-gulun/